31 Ocak 2013 Perşembe

AVUKATLAR BOĞAZLARINDAN VE SAÇLARINDAN TUTULDU!!

ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği) üyesi avukatlar, Başbakan Erdoğan hakkında, önceki gün grup toplantısında söylediği "gecenin yarısında avukatlar toplanıp 11 çelik kapı var orada ne iş görür?" sözleriyle ilgili "iftira ve adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek" iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Avukatlar, "11 kapı" iddiasına karşı, aramalar sırasında görevli olan savcıların yazdıkları tutanakları savcılığa sundu. Tutanaklara göre, kapılar çilingirle açıldı, kırılan kapının da yenisi takıldı. Gözaltına alınan avukatlara cezaevindeki müvekkillerden gönderilen mektuplara "delil" olarak el konuldu. Avukat N.Y ve Z.Ş de, boğazlarından ve saçlarından tutularak merdivenlerden indirildi.

11 KAPI YOK
Avukatların toplantı halindeyken değil, ev ve bürolarında yapılan aramalar sıralarında ayrı ayrı gözaltına alındıkları belirtilen dilekçede, "Şüpheli (Başbakan Erdoğan) dosyayla ilgisi olmayan açıklamalarda bulunmuş ve iftira suçu işlemiştir" denildi. Dilekçede, Başbakan Erdoğan'ın bahsettiği "11 kapılı bir yerin" olmadığı, böyle bir durumdan aramalar sırasında görevli olan savcıların yazdıkları tutanaklarda da bahsedilmediği belirtildi.

KIRILAN KAPININ YENİSİ TAKILDI
"11 kapıdan" bahsedilmeyen tutanaklar söyle:
-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı arama ve el koyma tutanağı (ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, ÇHD Ankara Temsilcisi Betül Vangölü Kozağaçlı ve avukat Özgür Yılmaz'ın bürosu): Adrese saat 17.30'da varıldı. Arama yapılacak avukatlık bürosunun bulunduğu binaya girildi. Büronun kapısı önünde güvenlik görevlilerinin gerekli önlemleri aldığı ve içeriye giriş ve çıkışın engellendiği görüldü. Kapının anahtarı şu anda hiç kimsede bulunmadığından hazır edilen çilingir marifetiyle orada bulunan baro temsilcileri ve müdafiler huzurunda ve onların rızasıyla kapı açtırıldı.
-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı arama ve el koyma tutanağı (ÇHD Genel Merkez ve Ankara Büro): Belirtilen adresin kapısı çalındı. Ankara Barosu avukatlarından P.A kapının anahtarını vermekle polis memurunu sayısı kadar müdafii alınmakla içeri girildi.
-İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı arama ve el koyma tutanağı (İstanbul Halkın Hukuk Bürosu): Avukatlık bürosuna saat 04.10 sıralarında yeteri kadar personel ile gelindi. Gerekli dış güvenlik tedbirleri alındı. Büronun bulunduğu 3. kata çıkıldı. Kapı usulüne uygun olarak açıldı. Kapının açılmasından kısa bir süre sonra içeriden sesinden erkek olduğu anlaşılan birisi gelenin kim olduğunu sordu. Polis olduğu ve arama kararı olduğu belirtildi. Yine aynı şahıs önce kapıyı açacağını daha sonra buranın hukuk bürosu olduğunu ve girilemeyeceğini belitti. Kapıyı derhal açması gerektiği, kapının açılmaması halinde kırılmak zorunda kalınacağı hatırlatıldı... Giriş esnasında güç kullanılarak açılan çekil kapı sökülerek yenisi taktırıldı. Anahtarlar müdafilere teslim edildi.

MEKTUPLAR "ÖRGÜTSEL DÖKÜMAN" OLDU
İstanbul Halkın Hukuk Bürosu'nda yapılan aramalarda yazılan tutanaklara İstanbul Baro Temsilcisi M.K'nın yazdığı şerhte ise ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. Avukat, bir polis memurunun kendisine ve avukat Taylan Tanay'a fiziki ve sözlü saldırıda bulunulduğunu, talep edilmesine rağmen polisin kimliğinin tespit edilmediğini kaydettiği tutanağa avukatların müvekkilleriyle yaptıkları yazışmalara ve üzerinde "cezaevi görüldü" yazan mektuplara da "örgütsel döküman" olarak el konulduğunu belirtti.

AVUKATLAR SAÇLARINDAN TUTULDU
Tutanaklara, polislerin avukatları gözaltına alırken uyguladıkları şiddette yazıldı. Aramaya müdafi bir avukat, saat 09.20 sıralarında arama yapılan yere gelen avukat N.Y ve Z.Ş'nin, boğazlarından ve saçlarından tutularak merdivenlerden indirildiğini belirttiği şerhte, "Bu işlemin hukuka aykırı olduğu söylendi ve müdahale edilmeye çalışılsa da onları duvara sıkıştırmak suretiyle avukatlar etkisiz hale getirilmiş ve sürükleyerek şüpheliler polis aracına bindirilmiştir" diye yazdı.

"DELİL" YOK
Ankara ÇHD Genel Merkezi ve Ankara Bürosu'nda yapılan aramadaki savcılık tutanaklarında ise, "Odada yapılan aramada herhangi bir silahlı, mühimmat, patlayıcı madde, patlayıcı madde yapımında kullanılan malzeme, örgütsel dökümanlar ve suç olabileceği değerlendirilen herhangi bir malzeme bulunmadı. Bu sebeple herhangi bir eşyaya el konulmadı" denildi. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, ÇHD Ankara Temsilcisi Betül Vangölü Kozağaçlı ve avukat Özgür Yılmaz'ın bürosunda yapılan aramada ise herhangi bir delile rastlanmadı.
(Çınar ÖZER)

24 Ocak 2013 Perşembe

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ AVUKATLARINA AĞIR CEZA


Son günlerde ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği) avukatlarına "örgüt üyelisi olmak" suçlamasıyla başlatılan soruşturmanın yankıları sürerken, İHD (İnsan Hakları Derneği) üyesi 4 avukatın yargılandığı "örgüt üyeliği" davasından karar çıktı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşmasına sanık olan avukat Halil İbrahim Vargün ve Hasan Anlar katılırken, meslektaşlarını savunmak için yaklaşık 50 avukat duruşmada hazır bulundu. Sanık avukatlarından Öztürk Türkdoğan, TMK'nın 10. maddesiyle görevli mahkemelerin Anayasaya aykırı olduğu iddiasına ilişkin Anayasa Mahkemesi'nde bulunan davanın bekletici mesele yapılmasını talep etti. Mahkeme heyeti, söz konusu talebi, hukuki menfaat bulunmadığı gerekçesiyle reddederek, duruşmaya devam etti.

ADALET HERKESE LAZIM
Sanık avukat Hasan Anlar mahkemede son söz olarak, soruşturma aşamasında hakkında 36 kere dinleme kararı verildiğini ve telefonun dinlendiğini belirtti ve yapılan ev ve iş yeri aramalarında hard disklerinin imajı alınmadan el konulduğunu söyledi. Anlar, "Biz bu güne kadar adaleti mahkemenizden istedik zira mahkemede görev yapan insanlardan adalet istemedik. Bu itibarla mahkemenizin adaletli bir karar vereceği inancındayım" dedi. Avukat Halil İbrahim Vargün de, "Adalet bir gün herkese lazım olacağı inancındayım. Bu soruşturmayı yapan savcıdan, mahkemeye bakan hakim, soruşturmada görev alan baskıcı polisler dahil bir gün adalet isteyebilir. Ve o gün her zaman olduğu gibi biz avukatları yanlarında bulacaklar" dedi.

AVUKATLARA ÜYELİK CEZASI
Son sözlerin ardından mahkeme kararını açıkladı. Sanık avukatlardan İHD Ankara Şube Başkanı Halil İbrahim Vargün, İHD MYK üyesi Hasan Anlar ile İHD üyesi Murat Vargün'ün, "silahlı terör örgütü üyesi olmak" suçundan 6'şar yıl 3'er ay, İHD Ankara Şube eski başkanı avukat Filiz Kalaycı'yı aynı suçtan 7 yıl 6 ay ve kapatılan DTP'nin PM üyesi sanık Nedim Taş'ın da 10 yıl 6 ay hapse mahkum edildiğini açıkladı. Mahkeme, sanıkların, TCK'nın 221. maddesinde düzenlenen "etkin pişmanlık" hükümlerinden de yararlandırılmasına yer olmadığına karar verdi.

HUKUK GÜVENLİĞİ KALMADI
Kararın ardından İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, "Bu avukatlar insan hakları savunuculuğu kapsamında eylemelere katılmışlardır. Bunlara ilişkin inandırıcı nesnel kanıtlar ortaya konulmadan cezalar verildi. Geçen hafta ÇHD avukatlarına, şimdi de 4 avukat arkadaşımıza üyelik iddiasıyla bu cezalar veriliyor. Kimsenin hukuk güvenliği kalmamıştır. ülke totaliter ve polis devletine gidiyor" diyerek karara tepki gösterdi.
(Çınar ÖZER)

22 Ocak 2013 Salı

SEVDA SONAY CİNAYETİ DAVASI "HASTANE CEZASIYLA" BİTTİ


Ankara'da bir yıl önce eşi Sevda Sonay'ı 9 yerinden bıçaklayarak öldüren Haydar Ali Sonay'ın ,"tasarlayarak adam öldürmek" suçundan 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davaya dün devam edildi. Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı'nın da müdafi olduğu davanın 9. duruşmasında Sonay'ın İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu'nun gönderdiği rapor doğrultusunda akıl sağlığının yerinde olmadığına karar veren mahkeme, Sonay hakkında ceza tedbirinin yer olmadığına, hakkında koruma ve tedavi amaçlı güvenlik tedbiri alınmasına ve hastanede tedavi ettirilmesine karar verdi.

YILLARCA ŞİDDET GÖRDÜ
Sevda Sonay, kocası Ali Sonay’dan evliliği boyunca şiddet görüyordu. Biçki dikiş mezunu olan ve evlenmeden önce çalışan Sevda Sonay, eşi istemediği için  işinden ayrıldı. Sonay, kocasından izinsiz dışarı da çıkamıyordu. Ali Sonay'ın çiftin yanlarında kalan 17 yaşındaki yeğeni bütün olanlara şahitti. Ancak bu duruma rağmen Haydar Ali Sonay eşinin kendisini aldattığını düşündü.
Haydar Ali Sonay 10 Şubat 2012 günü, kahvaltı hazırladı ve yeğenini ve eşini 07.30 sıralarında uyandırdı. Eşinin banyo yapmasını isteyen Haydar Ali Sonay, iş yerinden getirdiği kamerayla da yeğenini çekmeye başladı. Yeğenine, eşinin dışarıya çıkıp çıkmadığını, kimseyle görüşüp görüşmediğini sordu. Eşinin kendisini aldattığını düşünen Haydar Ali Sonay, yeğenini de eşine yardım etmekle suçladı. Sonra da yeğenine çocukları odaya götürmesini söyledi. Odaya giren yeğeni bir süre sonra yengesinin bağırışlarını duydu. Salonun kapısını açmaya çalışsada kapı kilitlendiği için başarılı olmadı. Kapıyı çok sonra açabilen Sonay'ın yeğeni,  yengesini kanlar içinde yerde buldu. Haydar Ali Sonay eşini 9 yerinden bıçaklamıştı. Bağırışmalar nedeniyle komşuların aradığı polis eve geldiğinde Sevda Sonay ölmüştü.

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETLE YARGILANDI
Haydar Ali Sonay ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngören "tasarlayarak adam öldürme" suçundan Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaya başladı. Sonay,  ifadelerinde "Beni aldattığı için öldürdüm" demekle yetindi. Sonay eşinin görüştüğünü iddia ettiği kişinin telefon numarasını söyledi, ancak ne telefon kayıtlarında böyle bir görüşme vardı ne de telefon sahibi Sevda Sonay'ı tanıyordu. Bu sırada mahkeme, Sonay hakkında akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair rapor istedi. İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu'nun 17 Aralık 2012'de gönderdiği raporda "Sonay'ın akıl sağlığının yerinde olmadığını" belirtildi.

"YENİDEN RAPOR ALINSIN"
Davanın 9. duruşması dün görüldü. Duruşmada ailenin avukatı avukat Evin Konuk, Psikiyatri doktoru Yenier Duman ile görüştüğünü belirterek, doktorun, raporda somut olayın değerlendirilmediği ve raporun içeriğinin zayıf olduğunu belirttiğini söyledi. Konuk, Sonay'ın uzunca bir süre kamu kurumunda silahlı güvenlik görevlisi olarak çalıştığını belirterek, "Eğer akıl sağlığı yerinde değilse iş yerinde de hezeyanlar yaşaması gerekirdi. Bu nedenle önce iş yerindeki sicil dosyasını istiyoruz. Ayrıca yeniden rapor alınmasını istiyoruz. Bu rapor doğru olsa bile sanığın aldatmayla ilgili hezeyanı olduğu belirtilmişti. Ancak sanık karısı aldattığı için değil boşanmayla ilgili öldürmüştür. Bu durum cezai ehliyetini ortadan kaldırmaz" dedi.
Bakanlık avukatı Birsel Kurt raporun yeterli olmadığını ve raporu kesinlikle kabul etmediklerini belirterek, “Sanığın eşini kasten öldürmek suçunu işlediği bizce sabittir. Bu suçtan cezalandırılmasın” dedi.

"BEN AKIL HASTASI DEĞİLİM"
Duruşma savcısı İsmail Kırışık mütalaasında, sanığın suçu maruz kaldığı akıl hastalığı nedeniyle işlediğini, suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamadığını, bu nedenle ceza verilmesine yer olmadığını belirterek, akıl hastasına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanması talep etti. Sanık Sonay ise son söz olarak, "Benim akli dengem yerindedir , ben akıl hastası değilim, çok pişmanım" demekle yetindi.

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETTEN TEDAVİYE
Mahkeme, tekrar rapor alınmasını istemini oy birliğiyle reddetti. Sanığın akıl hastası olduğunun anlaşıldığını belirten mahkeme, sanık hakkında koruma ve tedavi amaçlı güvenlik tedbiri alınmasına ve yüksek güvenlikli bir sağlık kurumunda tedavi altına alınmasına da karar verdi. Sağlık tedbirinin sağlık kurulunca düzenlenecek raporda toplum açısından tehlikesinin ortadan kalktığı veya önemli derecede azaldığı şeklindeki rapor düzenlendiğinde yeniden mahkeme kararı ile serbest bırakılmasına karar verildi.
(Çınar ÖZER)

20 Ocak 2013 Pazar

KİTABA YİNE "TERÖR DELİLİ" MUAMELESİ - ÇHD ANKARA YÖNETİCİSİNİN KİTAPLARINA EL KONULDU


Düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlamak  amacıyla çıkardığı belirtilen 3. Yargı Paketi ile haklarındaki "toplatma ve yasaklama" kararı kaldırılan kitaplar yine delil oldu. Polis, ÇHD Ankara Şube Yöneticisi Betül Vangölü Kozağaçlı'nın evinde yapılan aramada 150 yıl önce yazılmış Komünist Manifesto ile Mahir Çayan'ın kitabının da aralarında olduğu çok sayıda kitaba "terör örgütü üyeliğine delil" olduğu gerekçesiyle el koydu. Avukatların da gözaltına alındığı operasyona Yargıçlar Sendikası'ndan da tepki geldi. Sendika gözaltıları "hukukun imhası olarak" tanımladı ve İstanbul Emniyeti'nin operasyonla ilgili açıklama yapmasını sert biçimde eleştirdi. Hakkında gözaltı kararı bulunan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ise Beyrut'tan yaptığı yazılı açıklamada, İstanbul Emniyeti'nin operasyonla ilgili açıklamasının "iddianamenin ve mahkeme kararının da polis tarafından hazırlanacağını gösterdiğini" belirtti.

KİTAPLARA EL KONULDU
Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta olduğu için gözaltına alınamayan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile gözaltına alınan eşi ve ÇHD Ankara Şube Yöneticisi Betül Vangölü Kozağaçlı'nın evlerinde yapılan aramalarda hakkında "yasaklama ve toplatma" kararı kaldırılan kitaplara "delil" olarak el konulduğu öğrenildi.  Böylece, geçtiğimiz günlerde Ankara 1 Nolu Özgürlük Hakimi tarafından haklarındaki "yasaklama ve toplatma kararı" kaldırılan, Komünist Manifesto (Marx), Mahir Çayan Bütün Yazılar, Yürüyüş dergisi yine delil oldu. Koltuk kılıflarına kadar evin her yerine bakan polis operasyonla ilgileri olmadığı halde, Kozağaçlı'nın beraber yaşadığı kardeşi ve Ertuğrul Kürkçü'nün danışmanı olan eşinin odasında da arama yaptı.

"SAVCINIZ NEREDE?"
ÇHD Genel Başkanı Kozağaçlı ise Beyrut'ta, sosyal medya üzerinden bir açıklama yaptı. "Haftabaşı görüşmek üzere" diyerek Türkiye'ye döneceğini ifade eden Kozağaçlı, "Polisin yaptığı 'Ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları' iddiası gerçekten ilgi çekicidir" dedi.  Kozağaçlı açıklmasına şöyle devam etti:
"Yetmemiş, 'Silah' bulduk, 'molotof' bulduk, 'Örgüt notu' bulduk diyorsunuz. Hangi avukatın bürosundan buldunuz? Hangi Dernek Şubesindeki aramada buldunuz? Avukatlığını yaptığımız insanlara yöneltmeyi adet edindiğiniz suçlamaları bu sefer bizlere yöneltmek pervasızlığınızdan korkacağımızı mı düşündünüz? Bütün büro ve şubelerimiz yirmi yıldır her gelene açıkken, insanların bu sahtekarlığa inanacağını mı sandınız? Biz mahkemenizle, savcılığınızla, polisinizle, soruşturmanızla, davanızla kırk yıldır uğrasan bir avukat geleneğinin mirasçılarıyız. Tutuklama talebinde bulunacak olanın, tutuklama kararı verecek olanın, oturup iddianameyi ve kararı yazacak olanın, ayni zamanda evlerimizi, bürolarımızı, kurumlarımızı arama adı altında talan edenler olduğunun farkındayız, Dolayısıyla adalet istemiyoruz, onun için zaten kendimiz mücadele ederiz. Ama hiç değilse biraz saygın davranmaya çalışın, soruşturmanıza sahip çıkın, yalan söylemeyin, seviyeyi düşürmeyin."

"HALKIN AVUKATLIĞINI YAPIYORUZ"
"Kozmik bilgi mi arıyorsunuz? Neyle uğraştığımızı gerçekten merak mı ediyorsunuz?" diye soran Kozağaçlı, avukatlık yaptıkları davalardan örnekler vererek "Biz halkın avukatlığı ile uğraşıyoruz" dedi.

AÇLIK GREVİNDE ŞEKER VE SU KRİZİ
Bu arada gözaltına alınıp İstanbul Emniyetine götürülen avukatlar ve diğer şüphelilerin açlık grevine girdiği öğrenildi. Avukatlar, müvekkillerine şeker ve su verilmesine polisin engel olduğunu belirterek polislerin mutlaka kendi verdikleri suların içilmesini istediğini söyledi. Ne avukatlar ne de şüpheliler bunu kabul etmeyince tartışma çıktığı ve avukatların da görüş sırasında müvekkillerine şeker ve su verdiği belirtildi. Polislerin ise bu durumu tutanaklara geçirdiği aktarıldı.
(Çınar ÖZER)

19 Ocak 2013 Cumartesi

3 BİN ÜYELİ ÇHD VE HALKIN HUKUK BÜROSU ŞÜPHELİ


Polis şiddetine uğrayan vatandaşlar için "Alo Polis İmdat" hattını kuran ve "olağan şüpheliler" adı altında eğitim seminerleri veren 3 bin üyeli ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği) avukatları ile Halkın Hukuk Bürosu'nda avukatlar, DHKP-C üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alındı. İstanbul 2 Nolu Özgürlük Hakimi tarafından verilen arama ve el koyma kararında, avukatların isimleri yerine sadece arama yapılacak yerlerin yazılı olması dikkat çekti. CHP Milletvekili İlhan Cihaner, "Arama kararında dernek merkezinin ne gerekçeyle arandığına yönelik bir gerekçe yok. Kişilere yönelik ise onların adreslerinde arama yapılması gerekir, derneğin ayrı bir tüzel kişiliği vardır" dedi.

7 İLDE EŞZAMANLI OPERASYON
İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’nin 7 ilde 16 avukat hakkında verdiği gözaltı talimatı doğrultusunda, Ankara'da sabah saatlerinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, ÇHD Ankara Şube Yöneticisi Betül Vangölü Kozağaçlı ve Özgür Yılmaz için operasyon düzenledi ve ÇHD Genel Merkezi, Ankara Şubesi ve avukatların ortak bürosunu baskın yaptı.

BAŞKAN YURTDIŞINDA
Operasyon kapsamında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı kısa süre önce bir seminere katılmak amacıyla Lübnan'a gittiği dönemde operasyonun gerçekleştirilmesi dikkati çekti. Kozağaçlı, en kısa sürede Türkiye'ye döneceğini belirtirken, operasyonun son dönemde ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosu'nun yürüttüğü faaliyetlerle ilgili olduğunu söyledi. Avukat Yılmaz da şehir dışında olduğu için gözaltına alınamadı. Betül Kozağaçlı ise gözaltına alındı ve evinde arama yapıldı.

ŞÜPHELİ HALKIN HUKUK BÜROSU
Önceki gün verilen arama kararı doğrultusunda TMK’nın (Terörle Mücadele Kanunu) 10. maddesiyle görevli Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Başer, Selçuk Kozağaçlı, eşi Betül Vangölü Kozağaçlı ve Yılmaz da arasında bulunduğu bir grup avukatların çalıştığı Halkın Hukuk Bürosu'nda da arama yapılmak istedi. İstanbul 2 Nolu Özgürlük Hakimi tarafından bu adrese ilişkin olarak verilen arama kararında herhangi bir şüpheli ismi yer almaması, avukatlar ve savcı arasında tartışmaya neden oldu. Avukatlar, arama kararındaki şüpheli kısmında avukat isimleri yerine büronun adının yazılı olduğunu, bu nedenle arama yapılamayacağını söylediler. Bunun üzerine savcı arama yapamadan büronun kapısından geri döndü. Akşam saatlerinde yeniden gelen savcı büroda arama yaptı.

BELGELERE EL KONULMADI
TMK’nın 10. maddesiyle görevli Ankara Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Şahin de, saat 10.30 sıralarında ÇHD Genel Merkezi'nde arama yaptı. Buradaki arama kararında aranacak kişiler ve adresler kısmında ise "ÇHD Genel Merkezi ve ÇHD Ankara Şubesi'nde (özellikle Selçuk Kozağaçlı, Oya Aslan ve Betül Vangölü Kozağaçlı isimli şahısların kullanımında olabilecek yerler)" denildiği ortaya çıktı. Aramalar sırasında 6 baro temsilcisi hazır bulundu. Arama sırasında herhangi bir belgeye el konulmazken, bilgisayar imajları avukatlara temin ettirilen bir hard disk vasıtasıyla alındı

GECE VAKTİ ARAMA İZNİ
Kararlarda ayrıca şüphelilerin ev ve işyerlerinde "Gece vakti" arama yapılabileceği de belirtildi.  CMK'nın aramayı düzenleyen 118. maddesine göre gece vakti arama kararı "ancak suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan haller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalar" için verilebiliyor.

ARAMALARA TEPKİ
Arama işlemeleri devam ederken CHP Milletvekili İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün, BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş ile Ankara Barosu Yönetim Kurulu üyeleri, avukatlar, İHD, TİHV, KESK genel merkeze geldi. Cihaner, arama kararına ilişkin, "Dernek merkezinin ne gerekçeyle arandığına yönelik bir gerekçe yok. Kişilere yönelik ise onların adreslerinde arama yapılması gerekir. Derneğin ayrı bir tüzel kişiliği vardır. Kişilere yönelik bir örgüt üyeliği suçlaması var ama dernekle bağı yok oraya bir de dernek adresi yazılmış" diye konuştu. BDP'li Beştaş da, "İktidar, hiçbir muhalif sesin itirazını kabul etmemektedir ve her itirazı böyle kriminal bir şekilde gözaltılarla, gece operasyonlarıyla bastırmaya çalışmaktadır. Bununla verilmek istenen mesaj kimsenin hukuk güvenliğinin olmadığıdır aslında" dedi.

"GERİ ADIM YOK"
ÇHD Ankara Şubesi, gözaltına alınan meslektaşları için yaptıkları basın açılmasında, savunmaya yönelik devlet terörün devam ettiğini vurgulayarak, "Savunma görevini yapan avukatlar eşi benzeri görülmemiş saldırılarla karşı karşıyalar. Üye ve yöneticilerimiz hakkında yakalama kararı çıkaran, ÇHD binalarını, büroları ve evleri  talan eden devlet şunu çok iyi bilmelidir ki, biz bu saldırı ile ilk kez karşılaşmadık. ÇHD bu tür saldıralar karşısında asla geri adım atmayacaktır. ÇHD yoksulların, ezilenlerin Kürtlerin, devrimcilerin avukatlığını yapmaya devam edecektir" dedi.

"OLAĞAN ŞÜPHELİLER"
Operasyonda gözaltına alınan avukatlar, "Olağan Şüpheliler" adı altında insanlara  gözaltına alındığında haklarının neler olduğunu ve nelerle karşılaşabilecekleri hakkında seminer düzenleyen, polis şiddetine karşı "İmdat Polis" hattını kuran isimler olması bakımından da dikkat çekti.
Ayrıca avukatlar, Hayata Dönüş Operasyonu davası, Engin Çeber’in Metris Cezaevi’nde, Festus Okey’in Beyoğlu Polis Merkezi’nde öldürülmesi davaları, Parasız eğitim için pankart açıp tutuklanan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’in yargılaması, cezaevinde kansere yakalanan Güler Zere’nin serbest bırakılması, Uğur Kantar'ın askerde işkence sonucu ölümü davası, Metin Lokumcu'nun öldüğü Hopa olaylarıyla ilgili açılan davalar gibi pek çok davaya da bakıyor.

17 Ocak 2013 Perşembe

NE KARAR VAR NE SANIKLAR -12 EYLÜL DAVASININ 12. DURUŞMASI-



Evren ve Şahinkaya’nın 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandıkları 12 Eylül davasının 12. duruşması dün görüldü.  Duruşmaya müdahil avukatlar ve müdahillerin bir kısmı ile sanık avukatları katıldı. Mahkeme Başkanı Süleyman İnce, 1 Mayıs olayları ve MHP'li Bakan Gün Sazak'ın öldürülmesi konularında MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gönderilen yazıların, TBMM Darbeleri ve Araştırma Komisyonu raporunun ve eklerinin, sanık Şahinkaya'nın talimatla sesli ve görüntülü ifadesini alan İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi evraklarının gönderildiğini söyledi. Ayrıca Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun 12 Eylül raporu haricinde komisyona çeşitli kurumlardan gönderilen belgelerin de mahkemeye ulaştığını belirterek bazı belgelere ise Meclis'inde ulaşamadığını belirtti.  

KARAR DA YOK SANIKLAR DA
Kasım ayında yapılan duruşmada Evren ve Şahinkaya, telekonferans sistemiyle savunmalarını yaptıkları için dünkü duruşmaya telekonferans yoluyla katılmadılar. Avukat Fikret Babaoğlu, bu duruma itiraz ederek, "Sanıkların sanal olsa da mahkemenin huzurunda olması gerekirdi. Haklarında mahkemeye katılmamalarına dair bir karar olmamasına rağmen yoklar. Sanal ortamda da olsa burada olmaları mahkemede olan olayları takip etmeleri gerekir. Ayrıca bizim ve mahkemenin de sanıklara soracağı sorular olabilir" dedi. 

ŞAHİNKAYA'NIN "YATIŞLI HASTA ROLÜ"
Müdahil avukatları, Şahinkaya'nın yatarak tedavi görmediği halde telekonferans sistemiyle ifadesinin alınması için hastaneye yatırıldığının ortaya çıkmasının üzerine, Şahinkaya'nın tutuklanmasını talep ettikleri dilekçeyi mahkemeye sundu. Dilekçede, "Sanık ayakta tedavi görmesi yeterli bir hastadır. Sanık hastaneye her gittiğinde ölüm tehlikesi bulunmadığına göre, ayakta tedavisi yapılan sanık mahkemeye getirilmelidir. Sanığın hastanede yatmadığı halde sanki sürekli hastanede yatıyormuş gibi bir görüntü yaratması, sanık statüsünde olması gerekirken filmlere taş çıkartırcasına yatakta 'yatışlı hasta rolü' oynaması, mahkeme otoritesi karşısında hileli hareketlerle mahkeme heyetine karşı direniş sergilemesi olguları çerçevesinde CMK 100. maddesi uyarınca tutuklanmasına karar verilmesini talep ediyoruz" denildi. 

"GERÇEĞİN IRZINA GEÇİLDİ"
Avukat Ömer Kavili söz konusu belgenin, Marmara Üniversitesi tarafından Şahinkaya'ya verilen raporu doğrulamadığını belirterek, "İşte bu bilgi gizlemektir. Gerçeğin ırzına geçmektir. Bu dava açıldığında darbecilerin ve işkencecilerin kaçacak delik arayacağını biz biliyorduk. Bu belge ve akabinde gerçekleşen durum, sanık avukatlarının savunmalarında belirttiği gibi kurucu irade savunmasının alt kültür olarak görevlilere sirayet ettiğinin göstergesidir" dedi. Kavili ayrıca "mahkemede hazır bulunmasının hayati tehlike oluşturabileceği" yönünde rapor düzenleyen üniversite görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını istedi. 
Avukat Kazım Genç ise, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nin söz konusu belgeye rağmen Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nden aldığı talimatla mı iş yaptığını sordu ve "Yargının 'Şahinkaya'nın ölüm riski vardır' diyen o koca koca doktorlara da bir şeyler yapması lazım" ifadelerini kullandı.

”AMAÇ HASIL OLDU”
Sanıkların avukatı Bülent Hayri Acar, mağdur avukatlarının sanık Tahsin Şahinkaya’nın tutuklanması talebinin, müvekkilinin sağlık durumuna ilişin tespit, bulgu ve görüşlerde bir değişikliğin olmaması nedeniyle reddedilmesini istedi.        
Mahkemenin daha önce müvekkillerinin sağlık durumuna ilişkin Adli Tıp Kurumu’ndan ve üniversitelerden rapor aldığını hatırlatan Acar, ”Mahkeme bu raporlar doğrultusunda karar verdi. Müvekkillerin bu raporlarda belirtilen hal dışında olduklarına ilişkin başka bir tıbbi rapor veya bulgu bulunmamaktadır. Dolayısıyla iddialar bir tutuklama sebebi olamaz” dedi.
Acar, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporunun davada delil niteliği taşımadığını savundu.
Darbeden sonra, yeni anayasanın halk oylamasıyla yürürlüğe konulduğunu, kanunlar çıkarıldığını, kurucu ve danışma meclislerinin kurulduğunu anlatan Acar, çok sayıda kamu kurum ve kuruluşu ile yüz binlerce karara imza atan mahkemelerin bu kanunlarla faaliyet gösterdiğini kaydetti. Müvekkillerinin beraatını talep eden Acar, ”Milli Güvenlik Konseyi’nin başkan ve üyeleri, mahkeme huzuruna çıkarıldı fotoğrafları çekildi. Amaç da hasıl oldu” diye konuştu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e 27 Aralık 1979’da verilen uyarı mektubuyla ilgili zaman aşımının gerçekleştiğini öne süren Acar, 12 Eylül iddianamesinin ve kamu davasının hukuken yok hükmünde olduğunun tespitini istedi.
   
”KİTAP DELİL OLAMAZ”
İddianamede, darbe şartlarının hazırlanması için çalışmaların yapıldığının savunulduğu kaydeden Acar, ”Bir iddia makamı böyle bir iddianame hazırlayamaz. Bu iddianame, nasıl bir iddianame yazılmaması gerektiğinin örneğini oluşturacak. Biz hangi olaylardan yargılanıyoruz? İddianameye baktığınız zaman kitaplardan alınmış. Kitap delil olmaz. Delil atılı fiili temsil eden orijinal belgedir” dedi.
Evren ve Şahinkaya’nın, 12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 arasında kanunun açıkça suç saydığı eylemlerinin bulunmadığını savunan Acar, iddianamede yer alan iddiaların ispatı için gösterilen kitap, yazı ve görsel dokümanların delil niteliği taşımadıklarının tespiti ve reddini istedi. Acar, iddianamedeki iddiaların ispatıyla ilgili delillerin ne olduğunun, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na veya iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet savcısına açıklattırılmasını talep etti.
Kovuşturmanın genişletilmesi istemlerinin kabulüyle delil olarak ilgili belge, bilgi, kayıt ve dokümanların asıllarının, ilgili makamlardan istenmesi ve getirtilmesini isteyen Acar, Danışma Meclisi’nin atılı suç süresindeki eylemlerinin atılı suçun konusu olmaması ve hukuka uygun bulunması durumunda, atılı zincirleme eylemlerin, suçun konusu olmayıp hukuka uygun bulunduğunu, bunun zorunlu sonucu olarak, CMK 223/1 (a) maddesine göre beraat kararı verilmesini, aksi takdirde, TCK 279 maddesi gereğince Danışma Meclisi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

O SAVCILAR DİNLENSİN 
Avukatlar, MİT'ten "1 Mayıs 1977 olaylarından önce İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na indikten sonra Intercontinental Oteli’ne yerleştikleri iddia edilen yabancı ülke ajanları ile ilgili ellerinde bulunan belgelerin gönderilmesinin" istenmesine karşın MİT'ten "bilgi ve belge yok" yanıtının gelmesini, "Başbakanlığın davada müdahil olduğunu fakat kendisine bağlı kurumların bilgi ve belge göndermediği" gerekçesiyle eleştirdiler. Avukat Şenal Sarıhan, "Başbakanlık samimi ise başta MİT olmak üzere kurumlardaki belgelerin sunulmasında aktif rol oynamalı. MİT bilgi yok diyor. Ama o dönemde soruşturmayı yürüten savcılar ABD'li ajanların uçakla geldiğini ve Intercontinental Oteli’ne de kaldıkları bilgisine ulaşmıştı. Ulaştıkları raporun polis raporu olduğunu belirtmişlerdi" dedi ve savcı Çetin Yetkin ile Muhittin Cenkdağ'ın dinlenmesini talep etti. 

BAŞBAKANLIK SUSKUNLUĞUNU BOZDU
Avukatların müdahil olan Başbakanlığı eleştirmeleri üzerine Başbakanlık avukatı Sami Aşkın 12 duruşma boyunca koruduğu suskunluğunu bozdu. Aşkın, Başbakanlığın samimi testine sokulmasının gereği olmadığını belirterek, "Gönderilmeyen dosyalar ne siyasi iktidarın sorumluluğunda ne de bu konuda siyasi iktidar suçlanabilir. İstenilen ve gelmeyen belgeler olduğunu sanmıyorum. MİT'te olduğu halde göndermediği bilgi olduğunu düşünmüyorum, yoktur. Başbakanlık ve hükümet olarak bu sanıkların yargılanmasında ve ceza almasında samimiyet testine sokulmamıza gerek yoktur" dedi. 

"ÇOK BİLE YAŞADILAR"
Avukat Engin Cinmen, sanıkların telekonferansla mahkemeye katılmaları yönünden karar verilmesi gerektiğini belirterek, "Sanıklar çok yaşlı. Dünya ortalamasına göre fazla yaşamışlar. Her an ölebilirler. O zaman dava düşer. Peki ne olacak? 12 Eylül serüveni bitecek mi? Bu durum bile bu davanın sanıklar yönünden ne kadar yetersiz kaldığını gösteriyor" dedi. Müvekkili Aynur Hayrullahoğlu'nun eşi Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun 1,5 günde işkenceyle öldürüldüğünü anlatan Cinmen, Hayrullahoğlu’nun ölümüne ilişkin Adli Tıp uzmanı Şebnem Koru Fincancı ile hakimler Naci Gürkan ile Nuh Çetinkaya’nın dinlenmesi istedi ve Bakanlar Kurulu ve Danışma Meclisi üyeleri hakkındaki suç duyurusunda bulundu. 

MAHKEMEYE GELMEYECEKLER
Avukatların taleplerinin ardından mahkeme verdiği ara kararında  sanıklardan Şahinkaya’nın tutuklanmasına yönelik talebi reddetti. Ayrıca mahkeme, savunmaları alınan sanıklarla ilgili bir önceki celse avukatların sanıkların duruşmada hazır olmaları yönünden talepte bulunmamaları ve talep olmadıkça sanıkların duruşmalardan vareste tutulmaları yönünde ara karar kurulmadığı için sanıkların vareste tutulmalarına karar verdi. Mahkeme ayrıca Acar'ın taleplerini davanın özüne girileceğinden ve ishası rey olacağından" taleplerin karar verilmesine yer olmadığına karar verdi. Duruşma 18 Nisan'a ertelendi.

"DANIŞMA MECLİSİ" TMK SAVCISINDA
Mahkemenin verdiği diğer kararlar söyle:
- Mahkeme Cumhurbaşkanlığına yazı yazılarak Fahri Korutürk ve Evren'in arşivinde olan 12 Eylül belgelerinin onaylı suretinin istenmesine ve Genelkurmay'dan 2 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları arasında yapıldığı iddia edilen toplantılara ilişkin tutanaklar ile Bayrak Harekat Direktifi ve 12 Eylül darbesinin yapıldığı gün ve sonrasıyla ilgili hazırlanan planların onaylı bir örneğinin gönderilmesine
-Bazı müdahil avukatların, Danışma Meclisi üyeleri ile Bülent  Ulusu başbakanlığında kurulan hükümet üyeleri hakkındaki suç duyurusuna ilişkin  dilekçenin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine,         
- Gözaltında işkenceden ölen Mehmet Kazgan'ın kardeşleri ve TBMM kararı olmaksızın idam edilen Mehmet Kambur'ın kardeşlerinin davaya müdahil olmalarına
- Bazı müdahil avukatların, Danışma Meclisi üyeleri ile Bülent Ulusu başbakanlığında kurulan hükümet üyeleri hakkındaki suç duyurusuna ilişkin dilekçenin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine 
- Tanık olarak dinlenmesi istenen kişilerin "davanın özüne yönelik yenilik getirmeyeceği" için reddine karar verdi.

MAHKEMEDEN NOTLAR
EVREN'E SORUN: Darbe dönemi öncesinde CHP’nin Kahramanmaraş Milletvekili olan Hüseyin  Doğan, Kahramanmaraş olaylarının en yoğun yaşandığı 23 Aralık 1978’de  Başbakanlığa gittiklerini belirterek, şunları anlattı:"Başbakanlığa, memleketten gelen telefonlardan bu olayların adeta bir iç  savaşa dönüştüğü anlaşılıyordu. Konuyu Başbakan Bülent Ecevit’e intikal ettirdik.  Hatta telefonla büyük bir kısmını kendisine dinlettik. Bunun üzerine telefona  sarılan Ecevit, tahminime göre Kenan Evren ile veya o düzeyde bir kuvvet  komutanıyla Maraş’taki vahşetle ilgili konuştu ve acil müdahale istedi. Tahminime  göre karşı taraftan arzuladığı cevabı alamadı ki başbakanın telefonu masaya  fırlattığını gördük. Bu olayla ilgili sayın Kenan Evren’in başbakana ne cevap  verdiğini, olayın neden 3-4 gün sonra Kayseri’den gelen birlikle sona 
 erdirildiğini sormak isterim."
BUNLARIN YAŞI YETMEZ: Müdahillik talebinde bulunan Bülent Girkut da 12 Eylül’de yönetime el 
 koyma eyleminin bugünkü ulus ve onun mahkemesi tarafından yargı konusu  yapılamayacağını savundu. "Olay tarihinde doğmamış yarının yurttaşı, reşit olduktan sonra o olayı  yargılayamaz” diyen Girkut, ”Toplumumuz bugün 1980’i yargılamaya ehil değildir.  2010 da yapılan referandumda oy kullanan kişilerin büyük çoğunluğu 1980  darbesinde 18 yaşından küçüktü ve darbeye maruz kalan konumunda değildi. 
 Mahkemeniz üyeleri de 1980’de reşit olan kişiler değildir” ifadesini kullandı.
(Çınar ÖZER)



15 Ocak 2013 Salı

İDAM EDİLEN VEYSEL GÜNEY'İN CENAZESİNİ ALAN ALBAYA 32 YIL SONRA SORUŞTURMA BAŞLATILDI


Devrimci 78'liler Federasyonu, Meclis kararı olmadan hakkında özel kanun çıkartılarak 1981'de idam edilen, ancak cenazesi ailesine teslim edilmeyen ve şimdiye kadar da bulunamayan Veysel Güney'in cenazesini teslim alan Yüzbaşı Burhan Erdem'in 32 yıldır bulunamayan kimlik bilgilerine ve adresine ulaştı. Erden'in kimlik bilgilerini ve ikamet adresini savcıya veren federasyon Erdem hakkında "cenazesinin kaybedilmesi suçunu tek başına ya da iştirak halinde işlemek, suç faillerini gizlemek ve görevi kötüye kullanmak" suçundan suç duyurusunda bulundular. Savcılık hazırlık numarası vererek, soruşturma başlattı.

TEĞMENİN ÖLÜMÜNDEN SORUMLU TUTULDU, İDAM EDİLDİ
12 Eylül darbesinden 3 ay sonra Gaziantep’te askeri operasyonla yakalanan Veysel Güney, operasyonda çıkan çatışmada teğmenin ölmesinden sorumlu tutuldu. Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay ve İçel İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi’nde yargılanan ve Güney hakkında infazı için 8 Haziran 1981'de 2473 sayılı “Veysel Güney Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Kanun” çıkarıldı. Ertesi gün Resmi Gazetede yayınlanan kanundan sonra Güney, 10 Haziran günü idam edildi.
Veysel'in cenazesi defini için tutulmuş olan tutanak ile infazda hazır bulunan Hükümet Tabibi Fahri Zenciroğlu ve Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Mete Göktürk tarafından Yüzbaşı Burhan Erdem’e teslim edildi. Ancak cenazeden daha sonra haber alınamadı.

DNA UYMADI
Cenazesi ailesine verilmeyen Güney'in mezarının yıllar sonra Gaziantep eski mezarlığında olduğu iddia edildi. Bunun üzerine başlatılan soruşturmada Mezarlık Müdürlüğü'nün 1981 yılı kayıtları incelendi ve 9 Haziran 1981 yılına ait son kayıtta, 105341 numaralı mezarda "faili meçhul" birinin yattığı ve ölüm gerekçesi olarak "idam" yazıldığı belirlendi. Mezar açıldı ve içinden çıkan kemiklere DNA testi yapıldı. Ancak sonuçlar Güney'in ne annesi ve babası ne de kardeşinin DNA'sıyla uyuştu. Savcılık "her ne kadar DNA testleri uyuşmasa da Güney'in 105341 numaralı mezarda  yattığı anlaşılmaktadır" dedi.
Tüm bunlar olurken Güney'in idamdan önce yazdığı ve ailesine verilmeyen  "veda mektubu" da Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan istenen dava dosyasının içinden çıktı.

DEVLET BULAMADI
Güney'in sadece mektubuna ulaşan ailesi ve arkadaşları, Genelkurmay’a dilekçe göndererek, Erdem'in adresini istediler. Ancak Genelkurmay'dan "bilgilerin olmadığı"na dair yanıt alınca iş başa düştü. Devrimci 78'liler Federasyonu Erdem'in kimlik bilgilerini ve ikamet adresini kendi çabalarıyla buldu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na bilgileri veren avukatlar Mehmet Horuş, İlyas Danyeli ve Kazım Genç, Erdem hakkında, "Güney'in idamı sonrasında cenazesinin kaybedilmesi suçunu tek başına ya da iştirak halinde işlemek, suç faillerini gizlemek ve görevi kötüye kullanmak" suçundan suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, Güney'in idamı ve sonrasında yaşananlar sıradan bir infaz olayı olmadığı, idam kararının infazı ve mezarının kaybedilmesi süreçlerinin bir bütün olarak ele alınıp incelenmesi ile gerçeğin ortaya çıkacağı belirtildi.

"AYRI SORUŞTURMA AÇILSIN"
"Tarafımızdan yapılan araştırmalardan şu ana kadar şüpheli hakkında bir soruşturma açılmadığı anlaşılmaktadır" denilen dilekçede, olayın darbe döneminde işlendiği belirtilerek, "Darbe döneminde yaşanan insan hakları ihlallerinden biridir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından darbe döneminde yaşanan insanlığa karşı suçlarla, işkence ve kötü muamele olaylarıyla ilgili yürütülen soruşturmalar devam etmektedir. Bu soruşturmalarda binlerce şüphelinin soruşturmaya dahil edilmesi beklenmektedir. Veysel Güney ile ilgili soruşturmanın da bu genel soruşturmaya dahil edilmesi ileri sürülebilir. Fakat ailesi açısından halen devam etmekte olan bir mağduriyet söz konusudur. Mezarının kaybedilmiş olması, darbe dönemindeki diğer idamlardan daha farklı bir sonuç doğurmaktadır. Ailesi ve kamuoyunun beklentisi dikkate alınarak, soruşturmanın ayrı bir dosya üzerinden yürütülmesi" talep edildi.
Savcılık hazırlık numarası vererek, soruşturma başlattı.
(Çınar ÖZER)


MİT BELGELERİNDE GÜN SAZAK CİNAYETİ VE KANLI 1 MAYIS


Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılandığı 12 Eylül davasında mahkeme, MİT'ten, 1 Mayıs 1977'de çıkan olaylar öncesinde İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na indikten sonra Intercontinental Oteli’ne yerleştikleri iddia edilen yabancı ajanlarla ilgili belgeleri ve Gün Sazak’ın 27 Mayıs 1980’de öldürülmesine ilişkin bilgi istedi. Yarın devam edilecek olan duruşma öncesi MİT mahkemeye cevap gönderdi.

*1 MAYIS 1977
MİT: "AJANLARDAN HABERİM YOK"
MİT'ten mahkemeye gönderilen yazıda, "Kanlı 1 Mayıs" olaylarında otele yerleştikleri iddia edilen yabancı ülke ajanlarına ilişkin MİT Müsteşarlığı bünyesinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı bildirildi.

DARBEYE ZEMİN HAZIRLANDI
İddianamede, 12 Eylül'e zemin hazırlayan olaylar arasında gösterilen 1 Mayıs olayları için şunlar kaydedlildi:
"1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı'nı kutlamak için çeşitli illerden İstanbul'a gelen yaklaşık 500 bin kişinin DİSK'in önderliğinde İstanbul Taksim Meydanı'nı doldurduğu, saat 19:00 sıralarında dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasının sonuna geldiği sırada etraftan silah seslerinin duyulduğu, Sular İdaresi binasının çatısından ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan ateş nedeniyle toplanan insanlar panik halinde kaçmaya başladığı, kısa süre sonra İntercontinental Oteli'nin (bugünkü The Marmara Oteli) üst katlarından da ateş edilmeye başlandığı, çıkan kargaşada 28 kişi ezilme ya da boğulma sebebiyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak hayatını kaybetti. 130 kişi yaralandı. Ölenlerin büyük çoğunluğu Kazancı Yokuşu'nun başında parkedilmiş kamyondan dolayı sıkışarak hayatını kaybetti. Olay sonrası birçok kişi gözaltına alınmasına rağmen ateşi kimin açtığı tespit edilemedi, Sular İdaresinin çatısından ve otel odalarından ateş edenler bulunamadı..."

*GÜN SAZAK CİNAYETİ
MİT: "BELGE YOK BİLGİ NOTLARI VAR"

MİT, 12 Eylül davasını gören Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Gün Sazak’ın 27 Mayıs 1980’de öldürülmesine ilişkin yazısına yanıt verdi.  MİT, eski Gümrük ve Tekel Bakanı ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak cinayeti konusunda, 3 sayfalık bilgi notunu mahkemeye gönderdi. Sazak cinayetine ilişkin İçişleri Bakanlığı da 2 sayfalık bilgi notunu mahkemeye yolladı.
MİT'in mahkemeye gönderilen bilgi notunda Gün Sazak’ın öldürülmesi eylemiyle ilgili olarak yakalanan şahısların ifadelerinin tetkiki neticesi, eylemin yapılması hususunun dönemin Dev-Sol Ankara Sorumlusu ’Selçuk’ kod Mehmet Edip Eranıl tarafından gündeme getirildiği ve Dev-Sol Lideri Dursun Karataş’a iletildiği bildirilerek, şunlar kaydedildi:
"Karataş’ın 25 Ekim 1980 tarihinde yapılan mülakatında ’Öneriyi uygun bulduğu ve detaylı istihbarat yapılması talimatı verdiği’ hususlarının öğrenildiği, eylemden üç ay sonra ilk olarak Zafer Özcan (İstanbul’da MİT mensubu Refik Sönmez’in öldürülmesi eyleminde Dev-Sol mensubu Sadık Çelik ile beraber yer almıştır) isimli örgüt mensubunun yakalandığı, anılanın ifadeleri neticesinde eyleme iştirak eden Dev-Sol Ankara kadrolarının ileri gelenlerinden Levent Babacan’ın da yakalandığı, anılanların verdikleri ifadelerde, söz konusu eylem ile ilgili istihbaratın Dev-Sol’un Ankara yapılanmasının ileri gelenlerinden Cengiz Gül ve ’Gamze’ ad/kod tarafından yapıldığı (tespit edilmiştir.)"

ARAÇTAN İNMESİNİN ARDINDAN GÜL TARAFINDAN VURULDU
Bilgi notunda, eylemden bir gün önce Eranıl, Gül ve ”Sarı Levent” lakaplı Levent Babacan’ın Çankaya Çay Bahçesi’nde bir araya geldikleri ve eyleme
Babacan’ın da katılmasının teklif edildiği aktarılarak, Gül ile çocukluk arkadaşı olan ve ileri seviyede samimiyeti bulunan Babacan’ın teklifi kabul ettiği
belirtildi.
Babacan’ın ifadesine göre, 27 Mayıs 1980’de saat 19.00 sularında, Gül, Babacan, Eranıl ve Özcan’ın, Gün Sazak’ın ikameti çevresinde beklemeye
başladıkları, Sazak’ın 01.00 sularında Mercedes marka aracıyla geldiği, araçtan inmesinin ardından Gül tarafından vurularak öldürüldüğü, olay yerinden ilk olarak yaya, bilahare ayrı ayrı taksilerle kaçtıkları anlatılan notta, şöyle denildi:
”Eylemde Gül’ün kullandığı silahın ve Babacan’da bulunan silahın anılan tarafından Dev-Sol mensubu Cem Öz’e iletildiği, eylemin Dev-Sol tarafından
üstlenildiği bilgisinin basın organlarını telefon ile arayan Z. Özcan tarafından bildirildiği, eylemden üç gün sonra Gül ve Özcan’ın otobüsle İzmit’e gittikleri, Gül’ün İzmit’ten İstanbul’a geçtiği, Gül’ün sorunsuzca İstanbul’a gittiği bilgisini Eranıl’a bildirmek için Özcan’ın Ankara’ya döndüğü, Babacan’ın ise eylemden on beş gün sonra Ankara Sorumlusu Eranıl ile temasa geçmek amacıyla 12 Eylül öncesi CHP milletvekili olan Ahmet Altun’un kardeşi Cemal Kemal Altun ile irtibata geçtiği, ilk olarak Eranıl’ın yardımcısı konumundaki Mehmed Kod Hacı Eliaçık ile telefonda görüştüğü, anılan kanalıyla Eranıl ile bir araya geldikleri, söz konusu görüşmenin ardından Babacan ve Öz’ün İstanbul’a geçtikleri, İstanbul’da Gül ve Özcan ile görüştükleri, 12 Eylül ihtilalinden sonra Gün Sazak cinayeti nedeniyle aranılan Eranıl, Eliaçık, Gül ve Altun’un illegal yollardan yurt dışına kaçtıkları hususları tespit edilmiştir.”

PENCEREDEN ATLAYIP İNTİHAR ETTİ
"Söz konusu şahıslar hakkında devam eden istihbari çalışmalar kapsamında Eranıl’ın 2008 itibarıyla Almanya Duisburg’da ikamet ettiği ve ’Ay Cafe’ isimli işyerini işlettiği” bildirilerek, Eranıl’ın Türkiye’den kaçmasının ardından Almanya ve Fransa istihbarat servisleriyle ilgili bilgi paylaşımında bulunulduğu ifade edildi.
Cemal Kemal Altun’un eski Başbakan Nihat Erim’in öldürülmesi dolayısıyla Mart 1983’te Almanya’da yakalandığı, iade işleminin gündeme geldiği, siyasi iltica talebinin reddedildiği, Batı Berlin’de güvenlik güçlerinin sorgusundayken pencereden atlayarak intihar ettiği aktarılan notta, Gül’ün de ilk olarak Yunanistan’a, bilahare Almanya Frankfurt’a illegal yollardan kaçtığı, bu hususta Alman servisine bilgi verildiği anlatıldı.
Notta, Babacan ve Özcan’ın hüküm giydiği, Babacan’ın 31 Temmuz 1991’de şartla salıverildiği bilgisi de yer aldı.
”Gizli” nitelikli bilgi notunun her bir sayfasının altında, ”İstihbari nitelikte olan bu bilgiler hukuki bir delil olarak kullanılamaz. Dokümante
edilerek kullanılmak istendiğinde, metinde bahis konusu edilen hususlar kaynak gösterilmeden ilgili kurum ve kuruluşlardan sorularak belgelenir” ifadeleri de yer aldı.
   
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'NIN SAZAK CİNAYETİNE İLİŞKİN NOTU
İçişleri Bakanlığı'nın Sazak’ın öldürülmesine ilişkin hazırladığı 2 sayfalık bilgi notunu da mahkemeye ulaştı. Notta, Sazak’ın 27 Mayıs 1980’de Ankara’da THKP/C Dev-Sol terör örgütü mensuplarınca evinin önünde arabasının bagajından eşyaları indirirken silahlı saldırı sonucu sırtından vurulduğu, hastaneye götürülürken yolda hayatını kaybettiği belirtilerek, eylemin, örgütün illegal yayın organı Devrimci Sol dergisinin 1980 Temmuz 3. sayısında üstlenildiğine dikkat çekildi. Konuyla ilgili THKP/C Dev-Sol terör örgütüne yönelik operasyonlar neticesinde Sadık Zafer Özcan’ın 2 Mart 1981’de, Ahmet Levent Babacan’ın 7 Mart 1981’de, Cem Öz’ün ise 15 Mart 1981’de yakalandığı anlatılan notta, örgüt mensuplarının ifadelerine göre eylem istihbaratının yapılmasının ve gerçekleştirilmesinin görevlendirilmesini Mehmet Edip Eranıl’ın verdiği, örgütsel buluşmaların ve eylem planının Cemal Kemal Altun’un evinde gerçekleştirildiği, eylem istihbaratını Sadık Zafer Özcan’ın yaptığı, eylemi gerçekleştirenin Cengiz Gül olduğu, Ahmet Levent Babacan’ın gözcülük yaptığı aktarıldı.
Eylem sonrası kullanılan 2 silahın Öz’e teslim edildiği, Gül’ün talimatıyla Özcan tarafından Milliyet ve Tercüman gazetelerinin telefonla aranarak eylemin üstlenildiği, Altun’un eylemden sonra, eyleme katılan şahısların İstanbul’a kaçmalarına yardımcı olduğu şeklinde bilgiler elde edildiği belirtilen
notta, eylemin gerçekleşmesinde görev alanlardan Ahmet Levent Babacan’ın müebbet, Cem Öz’ün 5 yıl, Sadık Zafer Özcan’ın 6 yıl hapis cezası aldığı, bunlardan halen cezaevinde olanın bulunmadığına yer verildi. Notta, Eranıl’ın eylem sonrasında firar ederek, yasadışı yollardan
Almanya’ya kaçtığı, en son 3 Kasım 1982’de Köln Başkonsolosluğu’na yapılan saldırıyı planlayanlar ve eyleme katılanlar arasında bulunduğu aktarıldı.
Almanya’nın, Eranıl’ın iadesi talebini 2002’de reddettiği, halen Avrupa’da olduğu ve ”örgütsel faaliyetlerine devam ettiği” kaydedilen notta, Cengiz Gül’ün ise eylem sonrası firar ettiği ve bulunamadığı bildirildi. Notta, Cemal Kemal Altun’un 5 Temmuz 1982’de Almanya’da yakalandığı,
Türkiye’ye iadesinin kesinleşmesi üzerine Almanya’ya iltica talebinde bulunduğu, 30 Ağustos 1983’te duruşma için götürüldüğü Berlin İdari Mahkemesi’nin 6. katından atlayarak intihar ettiği bilgilerinin elde edildiği ifade edildi.
Notun son paragrafında ise şöyle denildi:
”Medyada son zamanlarda Gün Sazak suikastı ile ilgili yer alan haberlere yönelik, örgüt yanlısı yayın yapan Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş isimli 2 Aralık 2012 tarihli 341 sayılı dergide, ’Faşist Gün Sazak’ın Cezalandırılmasını MİT’e Soracaklarmış! Bilmeyenlere Tekrar Açıklıyoruz: Halk Düşmanı Faşist Gün Sazak Devrimci Sol Tarafından Cezalandırılmıştır!” şeklinde yazı yayınlanmıştır.”
(Çınar ÖZER)
   

12 EYLÜL DAVASI SANIĞI TAHSİN ŞAHİNKAYA MAHKEMEDE İFADE VERMEMEK İÇİN GATA'YA YATMIŞ!!


12 Eylül davasında sağlık sorunları nedeniyle mahkemeye gelemeyen ve telekonferans sistemiyle GATA Haydarpaşa Hastanesi'ndeki yatağından ifadesi alınan Hava Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın o sırada "yatarak" değil, "ayakta" tedavi gördüğü anlaşıldı. Bu durum mahkemeye ulaşan, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı'nın 31 Ekim 2012 tarihli yazısıyla ortaya çıktı.

İKİ HASTANEYE TELEKONFERANS SİSTEMİ KURULDU
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılandığı 12 Eylül davasında iki sanık sağlık sorunları nedeniyle duruşmaya gelmemişlerdi. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar hakkında "duruşmaya getirilmesi halinde hayati tehlikesinin bulunup bulunmayacağına ilişkin araştırma hastanesinden rapor alınmasına" karar vermiş, Şahinkaya için Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi'nin raporunda, "2 Ağustos 2012 tarihli sağlık kurulumuz toplantısında hastanın mevcut kronik hastalıkları ve onların yaratabileceği riskler nedeniyle, yaşı da gözönüne alınarak doktor ve sağlık ekipmanı ile gelerek/getirilerek ifade vermesi durumunda sağlığı yönünden hayati tehlikenin oluşup oluşmayacağının öngörülemeyeceği kanaatine oy birliği ile varılmıştır" denilmişti. Bunun üzerine mahkeme Evren  ve Şahinkaya'nın tedavi gördükleri hastanede telekonferans sistemiyle ifadelerinin alınmasına karar vermiş, Evren için Ankara GATA'da, Şahinkaya için de İstanbul GATA'da telefonferans sistemi kurulmuştu. Geçen yıl 20-22 Kasım tarihlerinde yapılan duruşmada Evren ve Şahinkaya hastanede yatar vaziyette telekonferansla duruşmaya bağlanarak, ifade vermişlerdi.  
Ancak mahkemeye ulaşan bir belge, o tarihte Şahinkaya'nın GATA Haydarpaşa Hastanesi'nde "yatarak" değil "ayakta" tedavi gördüğünü ortaya koydu. Bu durum Şahinkaya'nın ifade için duruşma tarihlerinde hastaneye yattığını ortaya koydu.

İŞTE O BELGE
Mahkeme, Kasım ayındaki duruşma öncesinde Şahinkaya'nın telekoferans sistemiyle ifade vermesi için İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ne talimat yazdı. İstanbul mahkemesi de, Ankara'nın bu talebini 1 Ekim 2012'de Şahinkaya'nın tedavi gördüğü belirtilen GATA Haydarpaşa Eğitim Hastenesi Komutanlığı'na iletti. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanı Tümgeneral Tarık Özkut tarafından, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen ve emekli Komutanın o tarihlerde hastanede yatmadığını ortaya koyan yazıda şöyle denildi:
"Mahkemenize ait yazı ile halen hastanemizde tedavi gördüğü belirtilen sanık Ali Tahsin Şahinkaya'nın, ilgili kanun maddeleri uyarınca görüntü ve sesli iletişim tekniği kullanılarak ifadesinin alınacağı bildirilmiştir. Adı geçen şahsın tedavisi ayakta devam etmekte olup hastanemizde yatmamaktadır. Ancak yukarıda belirtilen işlemlerin yapılabilmesi için gerekli her türlü kolaylık sağlanacaktır."
(Çınar ÖZER)

11 Ocak 2013 Cuma

KIZINI GÖRMEK İSTEYEN ANNEYE YARGIDAN İZİN

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bir kadının, boşandığı eşinin evlatlık verdiği kızıyla görüşebilmek için açtığı davayı reddeden yerel mahkeme kararını bozdu. Daire, evlatlığın kendi ailesiyle, 'menfaatine uygun düştüğü ölçüde' hakim kararıyla görüştürülmesi gerektiğine hükmetti.

YILLARCA KIZINI ARADI
Avukatı Özlem Özdem, başka bir aileye evlatlık verilen kızıyla görüşebilmek için önce kızını kaçıran, daha sonra hukuk mücadelesi başlatan müvekkilinin hikayesini şöyle anlattı:
"Nilüfer Ş.'nin maddi durumu iyi değildi ve eşinden şiddet görüyordu. Kızı doğduktan sonra eşine boşanma davası açtığını söyledi. Ancak çocuk henüz nüfusa geçmediği için mahkemede çocuktan bahsedilmedi. Nilüfer son duruşmada 'bir çocuğum var ama ailem bana bunu söyletmedi' dediği zaman mahkemenin çocuktan haberi oldu. Nilüfer eşinden boşandıktan sonra maddi durumu iyi olmadığı için ailesinin yanına gitti. Ailesi çocuğa bakmak istemeyince çocuğu babasına verdi. Daha sonra ailesinin yanından ayrıldı. Kızını yıllarca aradı. Eski eşi kızını Almanya'ya gönderdiğini söyledi. Bunun üzerine kızını almak için dava açtı. Böylece eski eşinin kızını evlatlık verdiği aileyi buldu. Dava sonunda kız Nilüfere teslim edildi. Bunun üzerine karşı taraf velayet davası açtı. Yıllarca kıza bu aile baktığı için de mahkeme kızı aileye verdi. Ama Nilüfer kızını uzun süre aileye geri vermedi. Sonra çocuk kaçırma suçundan hakkında dava açılınca ceza alırım korkusuyla çocuğu aileye teslim etti."

YARGITAY: GÖREBİLMELİ
Nilüfer Ş. bunun üzerine kızını belirli aralıklarla görebilmek için dava açtı. Ankara 9. Aile Mahkemesi davayı reddetti. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ise bu kararı bozdu.
Kararda, davacı Nilüfer Ş.'nin küçük kızın öz annesi olduğunu belirtilerek, evlatlığın kendi ailesiyle soybağı ilişkisinin evlat edinmeyle ortadan kalkmayacağı vurgulandı. Kararda şöyle denildi:

*ANNE BABASINI GÖRMEK HAKKI: "Ana ve babasından ayrılmasına karar verilmiş çocuğun kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça ana-babasıyla düzenli biçimde kişisel ilişki kurması, çocuk için bir haktır. Çocuklarıyla düzenli şekilde kişisel ilişki kurma hakkına ana ve baba sahiptir.
*ÇOCUĞUN YARARI GEREKTİRİYORSA: Bu tür kişisel ilişki, çocuğun sadece yüksek yararı gerektirdiği takdirde kısıtlanabilir veya engellenebilir. Küçüğün başka aile tarafından evlat edinilmiş olması, gerçek ana ve babanın çocuklarıyla kişisel ilişkisini keser ise de gerçek ailesi ile aralarındaki soybağının bir gereği olarak bu hakkı ilanihaye ortadan kaldırmaz. Koşulların varlığı halinde ve küçüğün menfaatine uygun düştüğü ölçüde hakim kararıyla bu ilişki yeniden tesis edilebilir. Olağanüstü hallerin varlığı halinde çocuğun menfaatine uygun düştüğü ölçüde kişisel ilişki kurulması isteme hakkı diğer kişilere, özellikle çocuğun hısımlarına da tanınmıştır.
*ANNESİNİ TANIYOR: Mahkemenin talebiyle uzmanlarca düzenlenen sosyal inceleme raporunda, çocuğun gerçek annesini bildiği, annesiyle ilişki kurulmasının gelişimine katkı sağlayacağı bildirilmiştir. Çocuğun öz annesiyle kişisel ilişkisinin, yüksek yararına aykırı düşeceğine ilişkin ciddi sebep ve olgu yoktur.
Çocuğun annesini bildiğine göre, evlatlıkla ilgili kayıtların gizliliğinden de söz edilemez. Öz anne ile evlatlık verdiği çocuğu arasında uygun sürelerle kişisel ilişki tesis edilmesi gerekir."

"KIZINI YILLARCA ARADI"
Velayet davası açmadıklarını sadece annenin çocuğu görmesi için dava açtıklarını ve çocuğun annesiyle ilgili herhangi bir sıkıntı yaşamadığını belirten avukat Özdem, dava sırasında çocuk uzmanlarının düzenledikleri sosyal inceleme raporunda da çocuğun gerçek annesini bildiğini, annesiyle ilişki kurulmasının gelişimine zarar değil aksine katkı sağlayacaklarını kaydettiklerini söyledi. Özdem uzmanların verdiği rapor sonrasında bu kararı aslında mahkemenin vermesi gerektiğini vurguladı.

"YENİ AİLESİYLE MUTLU"
Küçük kızı evlatlık alan ailenin avukatı Türkay Asma ise, Yargıtay'ın kararı verirken dosyanın özüne inmediğini belirterek şunları söyledi: "Kadın çocuk daha 40 günlükken bırakmış. Eşinden boşanmak için dava açtığında mahkemede çocuğundan hiç bahsetmemiş. Çocuğu babası şimdiki ailesine vermiş. Biyolojik annesi çocuk 4 yaşındayken aileden çocuğu kaçırdı. Biz dava açtık. Çocuk kaçırma suçundan 3 yıl ceza alacağını duyunca çocuğu geri getirdi. Biz de davayı düşürdük. Dava boyunca bütün bu olanları kararlarıyla beraber mahkemeye sunduk. Biyolojik annenin güvenilir bir anne modeli oluşturmadığını söyledik. Çocuk 10 yaşında ve ailesinin yanında mutlu. Başka bir aile istemediğini söylüyor. Burada çocuğun yararı korunmalı. Çocuk bir düzen tutturdu bu unutulmamalı. Yargıtay'ın verdiği karar karşı çıktık. Buradan ne sonuç çıkar bilmiyoruz ama gerekirse AİHM'e kadar gideceğiz."

ÖCALAN'IN KİTAPLARI DA ARTIK ÖZGÜR - YASAKLI KİTAP KALMADI


Geçtiğimiz sene Temmuz ayında yürürlüğe giren 3. Yargı Paketi kapsamında 31 Aralık 2011’e kadar mahkemeler basılı yayınlarla ilgili verilmiş toplatma ve yasaklama kararları, kanunun yayımı tarihinden itibaren 6 ay içinde, yetkili ve görevli mahkemeden bu yasaklılığın devamı niteliğinde bir karar alınmamış olması durumunda kendiliğinden hükümsüz hale geliyordu. Ankara Emniyet Müdürlüğü, yasak kararı kalkacak olan 453 kitaptan 67'sinin ve 645 yayından 16'sının yeniden yasaklanmasını istemişti.

SAVCI: "13 KİTABIN YASAĞI DEVAM ETSİN"
TMK'nın (Terörle Mücadele Kanunu) 10. maddesiyle görevli savcı Yıldırım Bayyurt, Emniyet'in gönderdiği kitap listesi içinde Abdullah Öcalan'ın "Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi", "12 Eylül Faşizmi PKK Direnişi", "Barışa Doğru Roma Konuşmaları" adlı kitapları ile Hizbut Tahrir'e ait 10 kitap hakkında "verilen yasaklama kararının devam etmesi" yönünde talepte bulundu.
Hakkında yasaklama kararı olan CHP ve Ecevit’i Tanıyalım, Devlet ve İhtilal (Lenin), Demokrasi Risalesi (Yaşar Kaplan), Kürt Aydını Üzerine Düşünceler (İsmail Beşikçi), Kurtuluş Savaşı Destanı (Nazım Hikmet), Makaleler (Rusça, Sultan Galiev), Vur Emri (Abdurrahim Karakoç), Yeni Şiirler (Nazım Hikmet), Nazım Hikmet’in Bütün Eserleri, Türkiye’de İnsan Hakları Panoraması (İHD yayını), MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in MGK’ya Cevabı, National Geographic Atlas of the World, Bolşevik Partisi Tarihi (J.Stalin), Çetenin Kimliği (Salman Yüksel), Azizname (Aziz Nesin)'nin de yasaklarının devam etmesi yönünde ise herhangi bir talep bildirmedi.

ÖZGÜRLÜK HAKİMİNDEN "RET"
Bu talebi değerlendiren TMK'nın 10. maddesiyle görevli Özgürlük Hakimi Halil İbrahim Kütük ise "özgürlükçü" bir karara imza attı. Kütük, kitapların yasaklanması için gerekli koşulların bulunmadığını belirterek, 13 kitap hakkında istenen "yasaklama kararının devamı" talebini reddetti. Kütük kararının gerekçesinde Basın Yasası’nın 25. maddesine dikkat çekerek, yasakların sürmesi yönünde karar alması için kitaplarla ilgili "Soruşturma veya kovuşturma başlatılmış olması" gerektiğini vurguladı. "Yasaklamanın devam etmesi" yönünde talep belirtilmeyen kitapların yasakları 5 Ocak günü son buldu.
Öte yandan savcının, Özgürlük Hakiminin verdiği karara itiraz etmeyeceği öğrenildi.

YASAKLARI KALKAN 67 KİTAP, 16 YAYIN
Polisin, yasak olmaya devam etmesini istediği ancak yasaklarının kalktığı kitaplar şunlar:
Komünist Manifesto (1968), Mahir Çayan Toplu Yazılar (1978), Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi - Abdullah Öcalan (1999), 12 Eylül Faşizmi PKK Direnişi - Abdullah Öcalan (1996), Barışa Doğru Roma Konuşmaları - Abdullah Öcalan 1996Dersim Türküleri (1993), Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi - İsmail Beşikçi (1992), Mamak Zulüm Kalesi - Zihni Açba (1991), Devrimci Saflarda Proletaryanın Demokrasi Anlayışını Egemen Kılma (1980), Devrimciler Ne İçin Savaşıyor (1981), Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Devrimci Gençlik Seçmeler (1978), Enternasyonalist Son Kavga (1992), Kaldıraç - 5 sayı (1994-95), Özgür Yılmaz Güney - Şeyhmus Güzel (1996), Sosyalizmin İki Ruhu (1999), TİİKP Davası Savunma (1974), TİİKP Savunmasında Köylü Meselesi (1974), TİİKP Savunmasında Milli Mesele (1974), TDKP Programı (1980), Türkiye Devrimi Kürdistan Devrimidir- Sinan Durmaz (1994), Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası (1974), Türkiye İşçi Köylü Partisi'nin Siyasi Çizgisi MK Raporu Tüzük Programı (1980), Yalanları Parçalayan Ulucanlar Katliamı (1999), Yaşasın Çorum Silahlı Antifaşist Halk Direnişi (1980), Haklar ve Özgürlükler Cephesi Halk Anayasası Taslağı (2007), Ashab-u Uhdud - Zeynep Buruçerdi (1982), Çağdaş Tagutların İslam Gerçeğini Saptırma Çabalarına Reddiye - Ahmet Kılıçkaya (2000), Cihat-Murtaza-Mutahhari Bütün Eserleri (2000), Çilenin Böylesi-Hüseyin Üzmez (1984), Demokrasi Küfür Nizamıdır (2003), Dabbetül Arz Haykırıyor (2005), Demokrasi Risalesi - Yaşar Kaplan (1985), Gerçek İslam Dinini Kimler Bozdu (1971), Ham İmam Humeyni (2000), Hizbi Kitleleşme (2003), Hizbut Tahrir (2003), Hizbut Tahrir Mefhumları (2003), Hizbut Tahrir ve Hilafet (2000), Hür Düşünce Mektebi - Ali Şeriati (1989), İmam Humeyni İslama Davet (2000), İnsan Tanrı Dinler ve Alevilik - Hüseyin Gazi Metin (2000), İslam Anayasası (1985), İslam Anlayışımız Üzerine Makaleler - Osman Kayaer (2000), İslam Devleti (2003), İslam Nizamı (2003), İslami Şahsiyetler (2003), İslam Şeriatı (1984), İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler - Fehim Şinasi (2000), İslama Davet - Ahmet El Mahmut (2000), İslamda Ekonomik Sistem -Takiyudden En Nephani (2003), İslamda İçtimai Nizam, İslamda Kadın Erkek İlişkileri - Takiyuddin En Nephani (2003), İslamda Maliye - Abdülkerim Zellum (2003), İslamda Yönetim Nizamı - Takiyuddin En Nephani (2000), İslamda Yönetim Sistemi - Abdül Kadim Zellum (2000), İslamın Hareket Metodu 2 cilt - Abdurrahman el Muhacır (2003), Kıvrak Zeka - Takiyuddin En Nephani (2000), Nebevi Hareket Metodu - Muhammed Gadban (2003), Brifingteki İrtica (1998), Başkaldırının Koşulları (1992), Devrimci Doğu Kültür Ocakları (1970), Kurtuluş İçin İleri AYÖD Gençlik Harekatı (1976), Kürdistan Bağımsızlık Mücadelesinin Yılmaz Savaşcısı.

ÖCALAN POSTERLERİ DE ÖZGÜR
AFİŞ: "30 Mart - 17 Nisan Şehitlerimizi Anıyor Önderimizi Selamlıyor Umudu Büyütüyoruz - Halk Cephesi" - Arka Yüzü "Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Cephe Saflarında Birleşin",
* "2 Temmuz 93'te 35 Aydın Diri Diri Yakıldı. Sorumlusu Sermaye Devlettir. Unutmadık, Unutturmayacağız. Katliamların hesabını İşçi ve Emekçiler Soracak"
GAZETE: Atılım - 5 Eylül 2009, Üniversiteli Cephe
BİLDİRİ: "Bağımsız Demokratik Sosyalist Türkiye'yi Yaratmak İçin Sözümüz Var-Halk Cephesi" (Bildiri) "Ezilenlerin Sosyalist Platformu", (Bildiri) "Haklar ve Özgürlükler Cephesi"
DERGİ: "Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş" (6 sayı), İslam Devleti Hilafet, Köklü Değişim, Kurani Mücahede, Atılımda Yurtsever Gençlik, Genç Bakış - Abdullah Öcalan posterleri.
(Çınar ÖZER)